Salı, Aralık 25, 2012

O Muhteşem Hayatınız, Oya Baydar

Bence Oya Baydar Türkiye'nin en iyi yazarlarından biri. Bu Oya Baydar'dan okuduğum dördüncü roman. Aslında kitabın konusu hakkında fazla detaya girmemeliyim çünkü bazı şeyleri baştan bilmemeniz gerekiyor. Ama şunu söyleyeyim; hikaye bir diva yani opera sanatçısının hayatı çevresinde dönüyor. Onun fotoğraflarına tesadüfen eskicide ulaşan bir toplayıcının hayatına girmesiyle olaylar şekillenmeye başlıyor. Konu Dersim'e bağlanıyor.
Yazarın Dersim olayları ve Alevilik üzerine verdiği bilgiler romandaki kişilerin ağzından diyaloglar olarak geçiyor. Gayet dozunda ve doyurucu bilgiler. Çok iyi araştırma yaptığı belli. Dili çok sade ve bir arkadaşınıza bir olayı anlatırmışsınız gibi yalın. Ancak bu noktada daha fazla şey beklediğimi farkettim. Roman sadece bir olayı bir hikayeyi iletmek midir? Bence değil. Öyle cümleler kullanırsınız ki okuyucu bazen donar kalır. Anlatımın lezzetli olması gerekir. Uzun cümleler veya alengirli cümleler değil demek istediğim. İşte o lezzeti çok alamadım. Bir de yazar sanırım kendi hayatından bir iki ayrıntı eklemiş. Ya da onlardan yola çıkarak oluşturmuş kurguyu. Belki de bu yüzden sanki yanlış anlaşılma korkusu var ve aralarda yaptığı açıklamalar canımı sıkıtı. Bir aldatmayı, bir yalanı bir doğal tepkiyi okuyucu yanlış anlamasın diye açıklıyor sürekli. Bu dediklerim romanın güzelliğini gölgelemiyorr tabiki. Sonuna doğru duygulu anlar yaşatan güzel bir roman.
Oya Baydar, O Muhteşem Hayatınız, Can Yayınları.

Perşembe, Aralık 20, 2012

Şafakta Verilmiş Sözüm Vardı, Romain Gary

İştee durup durup düşündüren yer yer göz yaşartan bir daha okunulası ve herkes okusun diye hediye edilesi mükemmel bir kitap....Biliyordum..O kadar aradım ki bu kitabı...Can Yayınlarındaki baskısı çoktan tükenmişti.Nihayet Agora Kitap yeniden bastı da öyle bulabildim.
‘Böylesine genç, böylesine küçükken, bu kadar çok sevilmek hiç iyi bir şey değil. İnsanda kötü alışkanlıklara yol açıyor. Her şeyi yaşadığınızı sanıyorsunuz. Her şeyi bildiğinizi sanıyorsunuz ve olanlar size sıradan şeylermiş gibi geliyor. Gözünüzü daha yukarı dikiyor, doyumsuz oluyorsunuz. Gözlüyor, umut ediyor bekliyorsunuz. Böyle bir anne sevgisiyle donanınca, hayat, size daha çocukluğunuzun şafağında bazı şeyler üzerine yemin ettiriyor ve bu yemini tutamıyorsunuz. Sonunda hiçbir şeyi umursamayan, hiçbir şeyden tat almayan bir adam durumuna geliyorsunuz. Bir yandan eliniz kolunuz bağlanıyor, öte yandan büyük bir vicdan azabına kapılıyorsunuz. Sonra sokağa atılmış bir köpek yavrusu gibi, gidip annenizin mezarına kapanıyorsunuz. Bir daha yapmayacağım, bir daha asla yapmayacağım, kesinlikle bir daha yapmayacağım..."
Yazar bu romanda aslında kendi hayatını anlatıyor. Biyografisini okuduğum kadarıyla bazı değişiklikler yapmış. Romanda yalnız bir annenin çocuğunu yetiştirirken verdiği o büyük mücadeleyi ve bağlılığını görüyorsunuz. Öyle telkinlerle yetiştiriyor ki oğlunu nihayet söylediği herşey oluyor. Bu kadar bağlılığın aslında çok da iyi olmadığını da kabul ediyor yazar. Ama bu kadar güçlü ve ne istediğini bilen bunun için herşeyi yapabilecek bir annesi var..Bundan kurtuluş yok :-)
Son 4-5 sayfa kala tüylerim diken diken oldu ve ürpererek okudum adeta. Etkileyici, sürükleyici...

Daha önce Emil Ajar takma adıyla yazdığı "Koca Tembel" kitabını da blogumda paylaşmıştım. Dili elbetteki biraz farklı. Edebiyat camiası Emil'i Romain'ın kuzeni olarak biliyor ve ikisini hep kıyaslıyorlarmış. Romain Gary 1980'de  intihar etmeden önce yazdığı notta Emil Ajar'ın da kendisi olduğunu söylemiş ve eklemiş "Çok eğlendim, teşekkür ederim. Hoşçakalın."

Romain Gary;
1914 doğumlu Polonya asıllı Gary, küçük yaşta babasının terketmesiyle annnesiyle yaşamaya başladı. 14 yaşında Fransa'ya göç ettiler. Dünya çapında tanınan bir yazar olan Gary, Fransa'da her yazara ancak bir kez verilen Goncourt Edebiyat Ödülü'nü, bir kez kendi adıyla bir kez de Emil Ajar takma adla yayımladığı iki romanıyla iki kez kazanmış olan tek yazardır. Senaryolar yazmış ve iki film yönetmiştir.
Hukuk mezunu olan Gary, kitap yayımlamaya başlamadan önce, II. Dünya Savaşı sırasında, Özgür Fransız Kuvvetlerine dahil olarak savaş pilotluğu yaptı. Ayrıca Fransa'nın Los Angeles başkonsolosu oldu.
20. yy'da Fransa'nın en üretken ve tanınan yazarlarından olan Gary'nin bir oğlu var ve  eski eşi Jean Seberg'in 1979'daki -şüpheli- ölümünün de etkisiyle, 1980'de, Paris'te yaşamına son verdi.
Şafakta Verilmiş Sözüm Vardı, Çeviren:Alev Er, Agora Kitaplığı.

Pazar, Aralık 16, 2012

Biraz El Emeği

Birşeyleri atmamak değerlendirmek hoşuma gidiyor. Bazen yaptığımı beğenmiyorum, epeyce uğraştıktan sonra ortaya iyi birşey çıkmıyor ve yine atıyorum ama olsun bunlar kafamı dağıtan beni rahatlatan işler. Böyle hobilerle uğraşmak bazen iyi olmuyor. Bazen mağaza gezerken annem,eşim,  kardeşim ya da bir arkadaşım "bunu sen yaparsın boş yere para verme" diyor ve bu yapacaklarım o kadar birikti ki ben de ne yapacağımı unuttum...

 Birkaç yıl önce yaptığım kabanvari bir hırkam vardı. Biraz kalın oldu diye 2-3 kez giydim. O kadar da zamanımı almıştı. Rahat edemedim. Geçen gün Mudo'da örgü yastıklar gördüm renk renk boy boy. Fiyatı 55-65 civarıydı. Birden aklıma evdeki hırkam geldi. İki yastığa 110 Tl vermektense bu hırka neden olmasın dedim...Kollarını yastığın bir yüzü ön parçalar başka yüzü olacak şekilde kestim ve içini tane elyafla doldurdum. Koltukta köşelere ve bel boşluğuna iyi gider. Evdeki renkli bir kumaştan daha önce yine ince yastık yapmıştım. Bunların yerlerini değiştire değiştire kullanıyorum şimdi.
Bir de eşim eski enstrüman çantasını atmak üzereyken "dur ben bundan bişey yaparım" dedim. "Ne yaparsın" dedi. O an bilmiyordum ama düşündüm buldum. Dışı yapay deri içi ince kürk kaplı idi. Sökmek epeyce uğraştırdı beni. Beyaz plastik boya ve kendinden yapışkanlı kağıtlar işimi gördü. İstediğim desen kağıt bulamadım ama kızımın odasına asacağımız bir raf oldu.
Ve kızıma bir kışlık şapka. O uyurken iki-üç günde fırsat buldukça ördüm ve bitirdim. Bu aralar çok örgü yapasım vaar ama zaman bulamıyorum.
Tepeden lastik başlıyorsunuz, 20-25 sıra ördükten sonra 1/4 oranında arttırıyorsunuz yine örmeye devam edip ölçüye göre alın ve ense boşluğunu lastik yapıp kesin. Kulakları örmeye devam edip yuvarlakça kesin. Bağlama ipi için 4 ilmek bırakıp istediğiniz uzunlukta örün. Tepeye de bir ponpon. İçine ince yumuşak bir kumaştan astar dikilebilir. Ben yapmadım.
Sırada kendime ve kızıma örgü ve kürk karışımı yelek yapmak var ama bakalım ne zamana kısmet olur???
örgü yastık, çocuk şapkası-beresi

Çarşamba, Aralık 05, 2012

Ölüm Bir Varmış Bir Yokmuş, Jose Saramago

Beni Saramago'nun "Körlük" romanı kadar etkilemeyen ama yine de ölüm üzerine farklı bakış açıları kazandırabilecek güzel bir roman. Yazar yine akıcı ve mizahi dil ile yazmış, sıkılmanız mümkün değil.
Konusuna gelince; bir gün bir ülkede aniden ölüm yok olur. Kimse ölmez. Bu durumun kilise ve din, sigorta şirketleri, yönetenler, ölüm döşeğinde acıdan kıvranıp ölemeyenler ve onların yakınları, levazımatçılar vs. üzerinde bıraktığı etkiyi bir düşünün...Ortalık karışır...Benim beklentim daha fazla kişiler üzerinden anlatmasıydı olayları ama yazar genel ve -daha çok- yönetenler cephesinden bakıp anlatmayı tercih etmiş.
Detay vermeyeceğim, okumak isteyenler olur diye. Ancak şunu söylemeliyim kitap yarıdan sonra beklemediğiniz bir yere doğru gidiyor...
Turkuvaz Kitap, Çeviren: Mehmet Necati Kutlu.


Pazartesi, Kasım 26, 2012

Tarçınlı Kurabiye

En sevdiğim ve lise yıllarımdan beri yaptığım kurabiyedir...
'
250 gr yumuşamış tereyağını 9 kahve fincanı un, 2,5 kahve fincanı pudra şekeri ve 
bir tatlı kaşığı tarçın ile yoğurun ve yarım cm kalınlığında açın, kalıplarla kesin. 180 derecede 20 dk pişirin.Afiyet olsuuuun.

                                               çay ve kahve ile çok iyi gider..
tarçınlı kurabiye

Pazartesi, Ekim 29, 2012

Melek Ekmekleri (Angel Biscuits)


Sade tüketilebilir ama arasına bir şeyler konulup ya da sürülüp de servis edilebilir bir ekmek.  
 Tadı harika...



 



tarifi aynen uygularsanız bir sürprizle karşılaşmazsınız.

malzemeler:
-2 paket kuru maya bir bardak ılık suda biraz karıştırılıp bekletilecek
-5 bardak elenmiş un
-1 yemek kaşığı kabartma tozu
-1 çay kaşığı tuz
-2,5 çay kaşığı şeker
-1 çay kaşığı karbonat
-1 paket krema +1 bardak süt karışımı(oda ısısında)
-250 gr tereyağı (küp kesilmiş ve soğuk)
kuru malzemeleri karıştırıp yarısını rondo veya robotunuzda tereyağı ile 3-4 kez karıştırın (amaç tereyağının ufalanıp unla karışması) elde de hızlıca yoğurabilirsiniz (tereyağını fazla eritmeden)diğer unlu karışımı da ekleyin.
süt ve krema karışımını bir bardak suda erimiş maya ile karıştırın.
Unlu karışım ile sulu karışımı spatula ile hızlıca karıştırın. Cıvık olursa biraz un ekleyin. Tezgahın üstüne açın, 2-3 kez katlayıp açın, yuvarlak kalıplarla kesip üstüne erimiş tereyağı sürün. 230 derecede 12 dk kadar pişirin.
Afiyet olsun :-)
görüntü iştah açıcı


Keçeden İsim Yazalım

İştee ben de yaptım nihayet. Görünce çok beğenmiştim. Keçeleri Mısır Çarşısı'nın arkasındaki dükkandan aldım. Harflerin kalıbını kağıda çıkarıp keçelere geçirip kestim. Kenarlarını elle dikip içini elyafla doldurdum.

















Kızımın ve yeğenimin adını yazdım ilk etapta..
Ama söylemeliyim biraz uğraştırıyor..


Perşembe, Eylül 13, 2012

Mesut İnsanlar Fotoğrafhanesi, Ziya Osman Saba


Ziya Osman Saba'yı genelde şiirlerinden biliriz. Zaten şair olarak ün yapmıştır. Sebil ve Güvercinler sanırım en bilinen şiirlerindendir. Ama çok çok iyi bir öykü yazarıdır aynı zamanda. Şiirlerinde ve öykülerinde hep bir hüzün vardır. Ayrılık, kavuşamama, sevgiye hasret, ölüm var hep. Bunu annesini henüz sekiz yaşındayken kaybetmesine bağlayanlar vardır. Hatta "ahret" adlı şiirinden de anlaşılır bu;
Bu garip dünyada ben yadırgadım yerimi...
Yıllardan sonra bir gün görüp çektiklerimi,
Tanrım, bir meleğine emredecek: -Yetişir!
Gözlerimi o saat sessiz kapayacağım.
Beni bekleyedursun artık ılık yatağım,
Bütün yorgunluğumu alacak bir teneşir
Bir yükü atmış gibi sırtımda bir hafiflik,
Oraya geçmek için aşacağım bir eşik.
Başım bir defa olsun dönmeyecek geriye.
Bir el gözlerimdeki perdeyi sıyıracak.
Onları bulacağım!.. Ve annem şaşıracak:
“Görmeyeli ne kadar büyümüş oğlum” diye.


Ben bugün Öykü kitabı Mesut İnsanlar Fotoğrafhanesi'nden bahsedeceğim. İki-üç sene önce defterime yazmışım bu kitabın adını. Geçen gün kitaplığımı bir odadan diğerine taşırken bir de ne göreyim bu kitap. Meğer eşimin kitaplarının arasındaymış. Çok sevindim tabi, akşama hemen başladım okumaya. Kendini, sevdiğini kaybeden bir insanın, sahibi ölen bir eşyanın, yakında öleceğini bilmeyen bir insanın yerine koyup öyle bir anlatımı var ki şaşırıp kaldım. Ancak bu kadar empati yapılabilir dedim. Hele kitaba adını veren öykü ne kadar güzel.
(Fotoğraf çekilirken ben de düşünürüm bazen; neden hep mutlu anlarımızda fotoğraf çekiliriz ve hep gülümseriz? Hep mutlu anlarımızı mı geleceğe bırakmak istiyoruz. Hep gülerken..)
"...Ben de pekala şu mesut insanların fotoğraflarını çıkarttıkları fotoğrafhanelerden birine girebilir, ben de mesudum, benim de resmimi çekebilirsiniz diyebilirim. Fotoğrafçı da itiraz edemez, sizin kimseniz yok, fotoğrafı ne yapacaksınız, diyemez. Sorarsa, elbette günün birinde benim de bir sevgilim olabilir. Sizin çekeceğiniz bu en güzel fotoğraf onun çantasının gizli bir köşesinde, güzel kokular içinde yatabilir, derim..."
Öykülerin hepsi birbirinden güzel. Yazarın gözlem yeteneği çok çok iyi.

Bu eser, Şehir Tiyatrolarında tek kişilik oyun olarak sahnelenmiş ve çok beğenilmişti diye hatırlıyorum.

Yazar 47 yaşında kalp krizi sonucu ölmüştür. İki oğlu vardır.

Pratik Mantı (Sosyete Mantısı)

Tabi ki mantının yerini tutamaz ama yine de canınız çekerse...
Yufkayı süt ve sıvı yağla bol bol yağlayın, ikiye bölün. Pişmemiş kıyma, rendelenmiş soğan, tuz ve karabiberi karıştırıp yufkanın düz tarafına yayın ve yuvarlayıp gül böreği gibi sarın. Üzerine süt-yağ karışımından sürüp fırına verin. Çok fazla pişmesine gerek yok. Çıkarıp 4-5 dakika sonra bolca sarmısaklı yoğurt ve kızdırılmış  tereyağlı pul biber sosundan döküp afiyetle yiyiiin.(fotoğraftakinin sosu az oldu, fotoğraf çektikten sonra takviye yaptım :-)
 

Cumartesi, Eylül 01, 2012

Yalınayak Gen, Keiji Nakazawa



İkinci Dünya Savaşı hakkında daha detaylı bilgi istiyorsanız, Amerika'nın atom bombası atarak Japonlara yaptıklarını detaylı ve gerçekçi olarak öğrenmek istiyorsanız bu çizgi-roman-otobiyografiyi kaçırmayın.
Yalınayak Gen, atom bombasının öncesini, bombanın atıldığı günü ve sonrasını, bir çocuğun gözünden anlatan güçlü, trajik ve otobiyografik bir öyküdür. Dört kitaptan oluşuyor. Gözünüzü korkutmasın, inanın bir anda bitiyor. Ben her gece bir cildi bitirdim. Arkadaşlarınıza -kesinlikle- tavsiye edeceğiniz, okuduklarınızdan ve çizimlerden çok şey öğreneceğiniz bir çizgi-roman.
Gen, öykünün baş kahramanı. Olaylar onun gözünden anlatılıyor.
Japon ordusundaki mantık dışı uygulamalardan, bombanın insanlara yaptığı vahşete, yaşanan trajedilerden yeniden doğma mücadelesine ve Japon geleneklerine kadar herşey var.
Kitapta yaş sınırı var, çünkü çizimler çok etkileyici ve gerçekçi, 15 yaş ve üstü...
İkinci Dünya Savaşı'nın başladığı ve bu nedenle daha sonra Dünya Barış Günü olarak kabul edilen bu güne uygun bir kitap tavsiyesi oldu sanırım :-)


Tudem Yayınevi, Çeviren ;Levent Türer. 

Cuma, Ağustos 31, 2012

İrish Coffee-Kremalı İrlanda Kahvesi























İrlanda viskisi ile hazırlanan nefis kremalı kave..
Kahve ile yapılan en güzel içeceklerden biri.
En güzel ve orjinal hali San Francisco'daki The Buena Vista Cefe'de-imiş. Günde 2000 tane yapılıyormuş. Şimdiki şef 30 yıldır bu kahveyi yapıyormuş...Heryıl Foynes kasabasında 18-20 Temmuz tarihlerinde irish coffee festivali düzenleniyormuş.












Joe Sheridan tarafından 1942'de fırtınalı bir uçuştan dönen üşümüş pilot ve yolcuları ısıtmak için yapılmış.(Foynes hava üssünde) -(Sheridan's kahve-krema likörune bu ad sonradan verilmiştir)
Yapılışını izlediğim kadarıyla sıcak su ile çalkalanan kulplu ve ayaklı özel bardaklara sıcak kahve dökülüp ikişer tane küp şeker atılıp hızlıca karıştırılıyor ve içine viski ekleniyor. Önceden çırpılmış kaliteli krema bardağın üzerine bir kaşık tutularak yavaşça aktarılıyor (kremanın üstte kalması için)...
http://www.youtube.com/watch?v=j-6DIdCjpIQ  yapılışını burdan izleyebilirsiniz.

Çarşamba, Ağustos 29, 2012

Pratik ve Sağlıklı Çocuk Yemekleri-2

Semiz Otu Yemeği
Malzemeler:
-1 kase semiz otu yaprakları
-yarım yemek kaşığı ince doğranmış soğan
-1 tatlı kaşığı bulgur ya da pirinç
-1 çay kaşığı irmik
-zeytinyağı
-tuz, karabiber
-istenirse yarım tatlı kaşığı salça (ya da 1 yemek kaşığı domates)



Bulgurlu Fasulyeli Dible Yemeği
malzemeler (1 öğün için)
-7-8 adet taze fasulye
-1 yemek kaşığı doğranmış soğan
-1 yemek kaşığı bulgur
-zeytinyağı,
-tuz ve karabiber
soğanı yağda hafif pembeleştirin, küçük doğranmış fasulyeyi ekleyin biraz kavurun daha sonra bulguru ve kaynamış suyu ilave edip kısık ateşte pişirin, dinlendirip fasulyenin iyice yumuşadığından emin olup bebeğinize yedirin.

Tavuk-patates-Arpa şehriye pilavı
Kısaca açıklaması:
tavuğu kapaklı küçük bir tencerede çok az su ve yağ damlatarak pişirdim. Yarı zamanında küçük doğranmış patatesleri ekledim beraber piştiler. Arpa şeriye pilavını da pirinç pilavından çok daha doyurucu ve besleyici bulduğum için yaptım. Bir küp et suyu da ekledim pişerken. Güzel bir öğün oldu bence. Parçacıklı gıdalara geçtiğinizde bebeğiniz için iyi bir alternatif. Ayrıca çatalı eline verin tavukla patatesi kendisi de yer.

Yeşil mercimekli makarna:
Makarnayı hemen her çocuk sever. Biraz daha besleyici olsun derseniz yeşil mercimekle deneyin. Pişimiş mercimeği az soğan ve domatesle kavurup makarnayı ekleyin. 
Besleyici Bebek Kahvaltısı:
Bu kahvaltı ek gıdaya başlandıktan 2-3 hafta sonra küçük miktarlar halinde verilmeye başlanabilir. Sizinle birlikte normal kahvaltı yapana kadar kullanabilirsiniz. Bebeğiniz güne iyi bir başlangıç yapar.
-haşlanmış yumurtanın sarısı
-1 tatlı kaşığı labne peyniri
-1 çay kaşığı tereyağı
-1 tatlı kaşığı doğal pekmez (şeker katılmamış)
-yarım ceviz(veya 2-3 badem-fındık), yarım dilim ekmek veya bebek etimeği, 1 tatlı kaşığı toz tahıl (yedi tahıl karışımı) bunları rondodan geçirin
-sonra tüm malzemeyi sıcak devam sütü veya kaynamış suda ezin.
(9-10 aydan sonra tüm yumurta az haşlanarak eklenebilir veya tereyağında az ısıda yavaş yavaş omlet gibi pişirilip verilebilir. Balı 1 yaşından önce koymayın. İnek sütünü de 1 yaşından önce kullanmayın. Labne yerine tuzsuz peynir konulabilir. İsteyen 1-2 tuzsuz zeytin ezip koyabilir. Ceviz 8-9 aylıktan sonra verilebilir.Tüm bunlar isteğinize ve bebeğinizin durumuna göre çeşitlendirilebilir)
-Eğer bebeğinizde kabızlık sorunu varsa 1 kuru kayısıyı biraz sütte bekletip rondodan geçiridğiniz karışıma ekleyebilirsiniz. Ya da tereyağı yerine tahin koyabilirsiniz.


Not: yukarıda kendimce tarifini verdiğim yemeklerin bazıları ek gıdaya yeni geçmiş bebekler için uygun olmayabilir. Ona bebeğinizin durumuna göre kendiniz karar verin. Bazıları da büyük çocuklar için bile uygun. 
Ayrıca; ben 1 yaşından beri (artık damak tadı gelişiyor diye) kızma yaptığım yemeklere az tuz ve karabiber koymaya başladım.
tavsiyelerinizi ve tariflerinizi beklerim...

Cumartesi, Ağustos 25, 2012

Perde Pilavı (2)

Daha önce perde pilavı paylaşımım olmuştu. Yeni yaptıklarım birer kişilik, bu yüzden hamuru ince olmalı ki yediğiniz sırf hamur olmasın.
Tarife iki sene önce eklediğim şu yazımdan ulaşabilirsiniz;

Pazartesi, Ağustos 20, 2012

Kafana Şapkadan Başka Bişey Takma !



Şapka çıkarmak, şapkayı alıp gitmek, şapkasız çıkmamak... Şapka bir giyim öğesi olarak eskisi kadar vazgeçilmez değilse de, özellikle hanımlar ve taşralılar arasında yaygınlığını koruyan bir kılık kıyafet tamamlayıcı. Elbette, ısıtma ya da soğutmanın şimdiki kadar kolay olmadığı tarihlerde şapka insan sağlığını koruyarak ömrü uzatırdı. Nitekim, balık baştan kokarsa insan da baştan üşüyor.
Şapka ; Eski Türkçede "Şemsi siperli sepuş" denir.

Milano Katolik Üniversitesi'nin insanbilimleri doçenti olan Giovanna Salvioni, şapkanın, takanın ruhuna işaret ettiğini belirtiyor: "Bir insana baktığımızda ilk fark ettiğimiz öğe: Kiminle işimiz olduğunu bir bakışta anlamamızı sağlıyor. Biçemin, beğenilerin ve tutkuların; bir gruba, takıma ve dine aidiyetin simgesi olabiliyor. Simgesel anlamlar bakımından varsıl bir giysi, kısacası zamanın modasından çok daha öte bir şey." (focus)
Bazı şapkalar bir meslek simgesi; aşçıların şapkası gibi, bazıları etnik, bazıları moda tasarımcısının elinden çıkımış bazı şapkalarsa askeri birliği, rütbeyi veya görevi simgeliyor.
Tarihte ilk şapka Çin'de (çoğu şeyde olduğu gibi) ortaya çıkmış. At idrarı ile yapıştırılmış deriden ibaret. Asurlular keçeden yapılmış silindir biçimli bereler takarmış, Romalıların geniş kenarlı petasosları varmış.
Avrupa'da ise efendiler ile halkı birbirinden ayıran en önemli kıyafet aksesuarı olmuştur.
İngiltere'de Ascot'ta yapılan at yarışlarına izleyici olarak katılanların kılık kıyafette uymaları gereken sıkı kurallar vardır.  Spor giyim yasak, jean ve şort yasak, erkekler bütün düğmeleri kapalı gömlek ve kravat giyecek, kadınların etek boyları ve elbiseleri belli kurallara bağlı. Bir de kadınlar arasında ilginç şapka yarışı vardır adeta ve geleneksel hale gelmiştir.

Ülkelerdeki Şapka Çeşitleri;
silindir şapka-İngiltere (Verdi'ninki ünlüdür)

Panama Şapka-Ekvador

borsalino şapka-İtalya (30'ların klasiği)
coppola-İtalya (sicilya mafyası ile bütünleşmiştir)
chola şapkası-Bolivya (kadınların şapkası)

payet- Fransa
bask-İspanya(İç savaş sırasında Franco karşıtları takar, Che ile bütünleşmiştir)
stetson-Amerika (tipik kovboy şapkası)

sombrero-Meksika (siesta yaparken ideal)

sidara-Hindistan (yukarı kast Hintliler için)
kalpak-Türkiye (Kurtuluş Savaşımızın simgesi)
tarbuş-Fas (fes yani)

Bir de dini anlamlar içeren şapkalar var. Musevilerin kippası gibi. Başın tepesini insan zekasının özünü koruduğunu düşündükleri için örtüyorlar.
Hıristiyanlıkta ise şapka kilise hiyeraşisini gösterirdi. Siyahlar rahiplere, kırmızılar kardinallere, beyaz yalnızca papaya aitti.

Çarşamba, Ağustos 15, 2012

Küçük Şeylerin Tanrısı- Arundhatı Roy


Bu romanı Zeynepciğim bir kaç yıldır söylüyordu bana. Nihayet aldım ve okudum. Çok beğendim ve çok etkilendim. Şiirsel tasvirler ve kara mizahın bolca kullanıldığı roman geçmişle günümüz arasında gidip geliyor. Romanın konusunu ve "kim kimdir"i anladıktan sonra çok akıcı gidiyor. Kitabın yarıdan sonrasını yüreğiniz burkularak okuyorsunuz. Konusundan çok az bahsedeceğim, büyüsü kaçmasın. Küçük Şeylerin Tanrısı, 1960'ların Hindistan'ında geçiyor. Zengin Hindu ailenin kızıyla toplumun en alt kesiminden bir işçinin yasak aşkının çarpıcı öyküsü. Genç kadının ayrıldığı kocasından olan biri kız biri erkek çift yumurta ikizleri Rahel ve Estha, öykünün tanıkları; romandaki nerdeyse tüm olaylar onların çevresinde olup bitiyor ve kızın gözünden anlatılıyor. Geriye dönüşlerle örülen roman, ürkünç bir sonla noktalanıyor.

Arundhati Roy'un ilk ve tek romanı 'Küçük Şeylerin Tanrısı' yayımlandığı dönem çok ses getirmiş ve 1997 yılında Booker Ödülü'ne değer görülmüş. Duyurmak ne söz, tam otuz üç dile çevrilen bu soluk kesici ilk roman eleştirmenlerden büyük övgüler almış, beş milyondan fazla satmış, gazeteler ve televizyon kanalları Roy'la söyleşi yapabilmek için kuyruğa girmişler.  Booker Ödülü'nün seçici kurul başkanı Profesör Gillian Beer, kitabın ödüle değer bulunmasını şöyle açıklamıştı: "Roy, olağanüstü bir dilsel yaratıcılıkla Güney Hindistan'ın tarihini bir kız çocuğunun gözünden gözler önüne seriyor. Küçük Şeylerin Tanrısı'nda anlatılan öykü, yerel olmakla kalmıyor, tüm insanlık için temel bir nitelik kazanıyor. Küçük Şeylerin Tanrısı, aşk ve ölümle ilgili bir roman, ama öyküsünü benzersiz bir durulukla anlatıyor..."

Arundhati Roy ; 1961'de Hindistan'ın güneyindeki Kerala eyaletinde doğdu. Annesi Süryani, babası Bengalli bir Hinduydu. Annesinin kurduğu özel bir okulda eğitim gördü. On altı yaşında gittiği Yeni Delhi'de bohem bir yaşam sürdü, teneke damlı bir kulübede yaşadı, geçimini boş şişeleri satarak sağladı. Daha sonra Delhi Mimarlık Okulu'na girdi ve orada ilk kocası mimar Gerard Da Cunha ile tanıştı. 1984'te ikinci kocası sinema yönetmeni Pradeep Kishen'le tanıştıktan sonra bazı filmlerde oynadı ve senaryolar yazdı. 1992'de yazmaya başladığı Küçük Şeylerin Tanrısı adlı romanını 1996'da tamamladı. Daha sonra, Hindistan'daki nükleer silâh denemelerine tepki olarak Düşgücünün Sonu adlı kitabını kaleme aldı. Hindistan hükümetinin hidroelektrik santralı projelerini şiddetle eleştiren yazıları Yaşamanın Bedeli adlı kitabında topladı. O günlerden bu yana küreselleşme, savaş ve sömürü karşıtı eylemlere önderlik ediyor. 2004'te. Son olarak, İstanbul'da toplanan Irak Dünya Mahkemesi'nin Vicdan Jürisi Başkanlığını üstlendi.
İngilizce aslından çeviren İlknur Özdemir, Yapı Kredi Yayınları, 10.baskı,2011.

Pazartesi, Ağustos 13, 2012

Kurtuluş'ta Bir Pastane; Üstün Palmie Pastanesi


Geçtiğimiz paskalyada bu pastanenin paskalya çöreğini yedim ve tadı da  adı da aklımda kaldı. Yediğim en güzel paskalya çöreğiydi. Geçenlerde tahinli çöreğinin de meşhur olduğunu duydum ve "ne duruyoruz" diyerek atladık arabaya gittik. Baruthane Caddesi üzerindeki bu pastane küçük ve mütevazi ama ne tatlar barındırıyor. Paskalya çöreği ve tahinli çöreğinin yanında likörlü çikolatası da meşhur. Paskalya çöreği nin yapımını Rum ustalardan öğrenmişler, mahlepli ve sakızlı.
Gerçekten lezzetli.
Böyle şeylerin meraklısıysanız, yolunuz düşerse bir uğrayın bakın tadına derim.

Salı, Temmuz 31, 2012

Domates Dolması


Yaz günleri için pratik bir tarifi sizlerle paylaşayım istedim.
Malzemeler:
-6 adet orta boy domates
-1 soğan
-8-10 adet mantar
-4 adet yeşil biber
-kaşar peyniri
-dereotu, maydonoz
-tuz, karabiber.
(içine tavuk eti veya kıyma da koyabilirsiniz)
Domatesleri üstten kapak gibi kesin ve içindeki çekirdekli sulu kısmı kaşıka oyun. Soğan, mantar ve biberi tavada tuz ve kararbiberle kavurun. İsterseniz domateslerin içinden çıkardığınız kısmı da ekleyin. Pişince dereotu ve maydonozu da ekleyin. Domateslerin içine doldurup üzerine kaşar peyniri dilimi koyun. Fırında 4-5 dakika tutun. Yeşilliklerle servis edin.
Afiyet olsun...

Cuma, Temmuz 27, 2012

Mısır Çarşısı ve Çevresi Gezmesi















Mısır Çarşısı Eminönü'nde Yeni Cami'nin arkasında Çiçek Pazarı'nın yanında 1660 yılında Turhan Sultan (Osmanlı'da 34 yıl yani en uzun süre Valide Sultanlık yapan kadın) tarafından yaptırılmış en eski çarşılardan biridir. (Yeni Çarşı ya da Valide Çarşısı da denilirmiş).

Bir rivayete göre Mısr'dan getirilien baharatlar -daha çok- satıldığı için bir başka rivayete göre de Mısır'dan alınan vergilerle inşa edildiği için Mısır Çarşısı denilmiştir. L şeklindeki yapının altı kapısı vardır. Çarşı’nın uzun ve kısa kollarının birleştiği alan “dua meydanı” diye anılır. Burada bir ezan köşkü bulunmaktadır. Lonca vaizi burada esnafa seslenerek dua edermiş.
Bizans zamanında da burada bir çarşı mevcutmuş. Mısır Çarşısı bunun kalıntıları üzerine yapılmış. Eskiden sadace baharat değil çeşitli ilaçlar da satılırmış. Şimdi ise aktarların dışında, kuyumcular ve hediyelik eşya satan dükkanlar da var.
Ana girişin üstünde en iyi geleneksel lokantalardan olan Pandeli vardır.(öğlenleri açık) Çarşı'nın Yeni Cami'ye bakan tarafında Çiçek ve tohumlarının ve hatta ev hayvanlarının satıldığı Çiçek Pazarı, batıya bakan tarafta da peynir ve manav dükkanları vardır.


Yeni Cami'nin ise ilginç bir yapım öyküsü var. Camiiyi yaptırmak isteyen Safiye Sultan'dır. Hatta inşasına başlayan da mimar Davut Ağa. Ancak mimar ölünce başka bir mimar devralır ancak bu defa da padişah III.Mehmet ölür ve camiye devam edilemez. Safiye Sultan'da ölünce aradan 50 yıl geçer ve Mısır Çarşısı'nı da inşa ettiren  Turhan Sultan yarım kalmış inşaatı tamamlatmaya karar verir. Böylece 1663'te cami tamamlanır. Yapıldığında deniz kıyısında ve bu kadar büyük olan bir yapının temelleri de sağlam olmalıydı bu nedenle büyükçe bir yükselti üzerine oturtulmuştur.

Türkçe'de yiyecek gelen hanlardan üçüne kapan denir. Bunlar Yağkapanı, Balkapanı ve Unkapanı'dır. Osmanlılının çeşitli yerlerinden gelen balların biriktiği Balkapanı Mısır Çarşısının arka çaprazında Hasırcılar Sokağında bulunur. Klasik kervansaray tipinde yapılmıştır.

Ortasında geniş bir avlu var. İlginç yanı mahzenidir. Buraya ortada duran küçük tek katlı yapıdan girilir. Mahzen 6.yüzyıldan kalma Bizans eseridir.  Daha da ilginç olan şey burası özel mülktür. Aslında restore edilse çok güzel bir tarihi yapı olacakken eşyaların yığıldığı çirkin depolar, eski duvar kalıntılarının üstüne betonların döküldüğü garip bir yer olarak kalmış.
Hasırcılar Caddesi benim gezmeyi çok sevdiğim bir yer. Ne ararsanız var.  Caddeye Mısır Çarşısı'nın yan kapısından çıkarsanız mis gibi Kuru Kahveci Mehmet Efendi'nin dükkanı karşılar sizi.






















Tahmis Sokakla kesişen yerdeki bu dükkan Mehmet Efendi'nin babası tarafından açılmış. Mehmet Efendi Süleymaniye Medresesi'ni (dönemin en iyi medreselerinden) bitirip 1871'de babasının işinin başına geçer. Ancak o babasının çiğ olarak sattığı kahve çekirdeklerini kavurup öğütür ve öyle satar. Bugün üçüncü kuşak işletmekte ve tüm dünyaya ürün satmaktadır. Yanından geçerken birkaç paket almadan dönmeyin derim.


























Sokakta ilerlerken en ilgimi çeken dükkanlardan biri Nüans (Fermo'da var ama o bu sokak da değil ileride aradan gidiliyor) çünkü burası pasta malzemeleri satıyor. Neyse bu sokakta lokumcular, çerezciler, doğumgünü ve parti süsleri satan dükkanlar, kantarcılar, bıçakçılar, hediyelik eşyacılar, hasırcılar vs...var. (buradaki kantarcılar Osmanlı'dan beri var ve ülkenin her yerinden buraya gelinirmiş)

Yorulunca bir bardak ayran içip pide yemek için ya da tatlıcılarda mola verebilirsiniz.