Salı, Ocak 31, 2012

En Güzel Browni Tarifi (bence)

(Brownie nedir? 19.yüzyılda Amerika ve Kanada'da çikolatalı düz kek olarak ortaya çıkmıştır. Sonra Chicagolu bir şef bunu düzenlemiştir. 1907'de şimdiki halini almıştır.Brownie gizlice ev işlerine yardım eden iyi huylu peri demektir).

Geçen ay browniye taktım. Birkaç yerde kahvenin yanına browni istedim; ya içi akışkan(fondan gibi) ya da kakaolu kek, ıslak kek gibi şeyler geldi masaya. Taksim Gezi Pastanesinde ise bildiğimiz cheesecake geldi, meğer brownili cheesecakemiş. Brownileri tek kişilik değilmiş.Yani istediğim gibi bir browni yiyemedim. İnternette baktım tariflere birbirini tutmayan onlarca tarif var. Anladım ki herkesin tarifi kendine.
Ben de Home TV'nin Nigellasından gördüğüm tarifle Cafe Fernando'nun tarifini karıştırıp kendimce birşeyler yaptım. Ama nefis oldu.Üstü çok az çıtır içi yoğun oldu...Malzemeler çok basit;
-180 gr bitter çikolata (% 70 kakaolu)
-çikolatanın yarısı kadar tuzsuz tereyağı-90 gr
-3 yumurta (oda ısısında)
-yarım su bardağından biraz fazla un
-yarım su bardağından biraz fazla şeker
-yarım çay kaşığı tuz
-bir çay kaşığı vanilya
*Çikolatayı benmari eritip tereyağını ekleyin ve ocaktan alın. Yavaş yavaş karıştırın. Tereyağı da eriyince şekeri ve tek tek yumurtaları ekleyin. Sonra da kalan mazemeleri...170 derece fırında 20-25 dakika pişirin. İyice soğuyunca kalıptan çıkarın.
*Daha nemli seviyorsanız unu 1 yemek kaşığı daha az, tereyağını bir yemek kaşığı daha fazla koyun, içine  ve üstüne de damla çikolatalar serpiştirin.
*Dilerseniz iri çekilmiş fındık ve antep fıstığı da yakışır. Üstüne çikolata sosu da harika olur.Servis ederken mikrodalgada ısıtıp verenler de var. Ama bence sıcak olmasa da olur. Bir dahaki sefere vişneli de yapacağım.
*tariflerde süt veya kakao kullanana da rastladım.
*kahve ile en iyi giden şeylerden biri bence browni.
*beyaz çikolata ile yapılanı da var
*armutlu veya siyah erikli brovnide yarım kesilmiş meyveleri kalıba döktüğünüz karışımın üstüne yüzüstü koyup hemen fırına veriyorsunuz, biraz içine gömülerek pişiyor.

pişince üstü böyle görünüyor














veee sonuç...















afiyetle yiyelim...




 

Perşembe, Ocak 26, 2012

Drina Köprüsü, İvo Andriç


Çook güzel, çok ama çok güzel bir kitap...
Hani tadı damağımda kaldı dersiniz ya öyle...
Okuduktan günler sonra bile kitaptan bölümler aklıma geliyor ve düşünüyorum...
Bu kitabın adına bir kaç yıl önce okuduğum başka bir kitapta rastlamıştım. İlgimi çeken kitapları biryerlere not alırım sonra bazen 3 ay bazen 3 yıl sonra denk gelir ve alır okurum. Bu da öyle oldu. İyi ki okumuşum.
Drina Köprüsü, İvo Andriç'in Sokullu Mehmet Paşa'nın Vişegrad'da yaptırdığı köprü ve çevresindeki yaşamlar üzerine yazdığı romanıdır. Kitap Temmuz 1942 - Aralık 1943 tarihleri arasında Belgrad'da yazılmış ve ilk defa 1945'te yayımlanmıştır.

Yazar kitaba köprünün henüz yapılmadığı yıllardan başlar ve 350 yıllık dönemi anlatır. Romanın öznesi köprüdür. Onun etrafında olan acı-tatlı olaylar,gelenekler, hikayeler, dönemin siyasi gelişmeleri, ekonomik buhranlar, savaşlar, nüfus artışı ile kasabanın büyümesi ve daha neler neler...
Bir yazar ancak bu kadar tarafsız, yarattığı veya aktardığı kişilere karşı ancak bu kadar insaflı olabilir.
Anlatımı o kadar sade ve içten ki...Ne demek istediğini o kadar güzel anlatıyorki...Bazen gözlerim doldu bazen gülümsedim bazen de korktum. Gerçekten korktum. Radislav adlı bir suçlunun canlı canlı kazığa geçirilişi ve onun yavaş yavaş ölümünü o kadar gerçekçi anlatmış ki yazar film olsa gözlerimi kapardım.
Köprünün üzerinde olan bir olaydan bahsederken uzaktan gelen piyano-keman sesinin kimlerden geldiğini anlatıp ufak bir parantezle o kişilerin de ilginç-dokunaklı hayatından kısaca bahsederken bile ilginizi dağıtmaz hatta ayrı bir zevk alırsınız. İçinde bulunulan durumu daha gerçekçi kılar böylece...
Kitabın orjinalinde Türkçe bazı kelimeler var ama çeviriyi yapanlar da bence mükemmel bir iş çıkarmış...
 orijinal ismi; na drini cupriji


İvo Andriç; (1892-1975)
Travnik yakınlarında Dolac'ta doğdu. Zagreb, Viyana ve Krakow'da sürdürdüğü eğitimini Graz Üniversitesi'nde tamamladı. Birinci Dünya Savaşı sırasında milliyetçi etkinliklerinden ötürü Avusturya-Macaristan yetkilileri tarafından bir süre gözaltında tutuldu. Savaşı izleyen yıllarda Yugoslavya Dışişleri Bakanlığı'nda çalıştı. Budapeşte, Madrid, Cenevre ve Berlin'de dış görevlerde bulundu. 1961 yılında Nobel Edebiyat Ödülü'ne layık görülen İvo Andriç'in bu ödülü, özel olarak Drina Köprüsüne verilmiş gibi kabul edilmektedir.
Drina Köprüsü,İvo Andriç, Çevirenler; Hasan Ali Ediz, Nuriye Müstakimoğlu,

Salı, Ocak 24, 2012

Cihangir'de Küçük Bir Gezi

Sanatçılar kenti... kedisi bol yer... bol yokuşlu popüler semt...Cihangir cumhuriyeti...
Genelde aydın kişilerin ve az sayıda gayrımüslimin yaşadığı Beyoğlu ilçesine bağlı semttir. Adını Kanuni'nin oğlundan alır.
Buraya Taksim'den Sıraselviler caddesinden inerek veya Tophane'den Defterdar Yokuşu'ndan çıkarak ulaşabilirsiniz. Ben ikisini de yapmadım :-) Fındıklı parkının karşısından yukarı çıktım, Cihangir'e adını veren Cihangir Camiinin yanından yani...
Cihangir'in eski sakinleri burasının son yıllarda popüler olmasından şikayetçiymiş. Çünkü hem kiralar artıyor, hem eskiden sakin olan mahalle kalabalıklaşıyor hem de eskiden de varolan mekanlar merak edenlerle dolup taşıyormuş. Hızla bir ticaret ve  eğlence merkezi haline gelmiş bu mahallenin bozulmadan kalmasını istiyorlar...
Geçenlerde bir İngiliz gazetesi Cihangir'i dünyada yaşanabilecek yerler sıralamasında 4. sıraya koymuş. Bu çok ilginç geldi bana, o kadar da değil bence. Dünyada başka yer mi yok? diyorum. Nitekim mahalle sakinlerinden biri "burada kaldırım bile yok, çöpler hep ortalıkta, ne yaşaması?" diyerek o da garipsemişti bu haberi.
Sabah 10'da Cihangir'deydim. Kahvaltımı Susam Cafe'de yapmak istedim ama henüz aşçı yeni gelmişti ve hazırlanması yarım saati bulurmuş diye vazgeçtim. Kahvaltımı bir simitle geçiştirdim. Sonra birkaç küçük vintage tarzı butik gezdim. Çok tarzım değil ama arada güzel parçalar var kendime uydurabileceğim.
Oradan Orhan Kemal müzesine gittim. Uzun zamandır aklımın bir köşesinde vardı burası. Müzenin yanında İkbal Kahvesi ve Kitabevi var. Orhan Kemal'in yıllar önce okuduğum Bereketli Topraklar Üzerinde romanını çok ama çok beğenmiştim. Müzede bu ve diğer kitapların çoğunun ilk basımı, Orhan Kemal'in dostlarıyla fotoğrafları, kişisel eşyaları vardı. O; Murtaza, Cemile, 72.Koğuş, Ekmek Kavgası, Hanımın Çiftliği gibi muhteşem eserlerin sahibi büyük bir yazardı. Çalışma odası da son derece mütevazi.

 
Cihangir'i gezmeye devam ediyorum ve bu kadar kedinin burada ne yaptığını çok merak ediyorum. Her yer kedi dolu. Balkonlar, çöplerin yanı, arabaların üstü, dükkanların önü..Bu mahalle onların gibi.
Neredeyse bütün sokaklarına hatta bazılarına iki defa giridim dolaştım.
Biraz daha yukarı çıkıp Savoy pastanesinde oturdum. Bir gazete alıp okudum. Önce kaşarlı simitle karnımı doyurdum. Milföy pastasından henüz gelmemişti o nedenle kayısılı ve kahveli turtalarından yedim.

Bir dahaki sefere şarlotu deneyeceğim.
Neyse biraz kafamı dinlediğim bir gündü. Gezmek için (özellikle sabah saatlerinde) güzel bir yer.
 

Pazar, Ocak 15, 2012

Kahvaltılarınız için iki küçük öneri

1- Patates halkasında tavada yumurta;
Haşlanmış bir orta boy patatesi tereyağı, tuz ve karabiberle ezin. Biraz soğuyunca elinizde simit şeklini verip yağlanmış tavaya koyun, tava biraz kızınca yumurtayı içine kırın, kapak kapatıp ağır ateşte pişirin...Aşağıdaki gibi... Pişmeye yakın üzerine peynir serpebilirsiniz.
(Patatesi yumurta ile kullanmayı severim, gerçekten lezzetli oluyor. Bu tarife patatese başka baharatlar veya maydonoz da ekleyebilirsiniz..Hatta üstüne serpmek yerine patates karışımına peynir ekleyebilirsiniz)

2-Portakal kabuğu reçeli;
Portakalın kabuklarını şerit şerit doğrayın, önce biraz acısı gitsin diye haşlayın, suyunu dökün. Sonra az şeker, portakal suyu, 1-2 adet karanfil ekleyin kaynatın, suyunu çekince altını kapatın. Soğuyunca tereyağı ya da kaymağın üzerine sürün veya kek ve kurabiyelere koyun. Ya da süzme yoğurtla bile yenilebilir.

 Şeritleri daha kalın kesip erimiş çikolataya da bulayabilirsiniz. Sade bile yenilebilir.Afiyet olsun.
(Ben çok şerbetli sevmediğim için şekeri az koydum ve dolayısıyla reçele göre daha kuru oldu ama çok lezzetli.. Tarçın da ekledim.)
Rulo yapılmışı da vaaaar...